Mevsimlerden birini seç deseler, tercihim İLKBAHAR olurdu sanırım… Nedense içim kıpır kıpır olur ilkbaharda… Doğduğumuz tarihlerle bi bağlantısı var mıdır bilmiyom ama yakın çevremde yaptığım mini ankete göre doğduğumuz ay bana göre hayatımızı da etkiliyo… 26 Nisan doğumlu olduğum için midir nedir, seviyorum ilkbaharı…
Bahar gelince toprak ana uyanıp, çiçekler açmaya başlayınca güne daha bi güzel başlıyom… Hoşgeldinnnn bahar hoş geldinnn diye dağlara çıkıp bağırasım var… Gözümde bugünlerde hep gökyüzünde… Leyleklerin geldiğini gördüğümde diyecem ki “Heh işte bahar şimdi geldi”… Bursa’nın Karacabey ilçesinde Uluabat Gölü’nün kıyısındaki Eskikaraağaç Köyü’nun maskotu “Yaren” adlı leyleğin geldiğini gazetelerden öğrendim… Bizim Karabük’ün leyleklerinin de gelmesi an meselesi… Bu arada hava da her gördüğünüz kuşa da leylek demezseniz sevinirim…
BANA MI ZAMAN YETMİYO, YOKSA BEN Mİ ZAMANA YETMİYOM…
Neyse bu gün ki yazımıza başlayalım…
Malum şu gazetenin en çok çalışan köşe yazarıyım… Sabah başlayan koşuşturmam, gece yarılarına kadar sürüyo.. Haliyle kendimle başbaşa kalacak zaman bile bulamıyom… Eşe dosta bile ayıracak zaman bulamıyom çoğu zaman… Araştırmacı, soruşturmacı, ince eleyip sık dokuyucu bi köşe yazarı olarak bu kadar yoğunluktan bende yoruldum…
Arkadaş çevremde, sosyal çevremde bu yoğunlukta çektikleri BENSİZLİK sıkıntısını kendi aralarında görüşüp çözüm arayışına girmiş… Mehmet AYTEKİN ile Birol TAŞKIRAN demiş ki, “Titrettin’i dağa kaldıralım, eşek sudan gelene kadar dövelim ki, bi daha bizi ihmal etmesin. Hatta o arada Recep ÇELİK’te eşeği yolda oyalasın ki, dayak faslı uzasın”…
Adnan TAŞLIYAN hocam da demiş ki, kaba kuvvete gerek yok, alıp karşımıza konuşalım, bizi bu kadar ihmal etmemesi gerektiğini söyleyelim…
İlhan ALPBOĞA da “hafta da bi gün belirleyelim, hep beraber o gün toplanıp memleket meseleleri konulu sohbet programları yapalım”…
Demişler de demişler…
VAZİYET ALIN, ORTALIK KARIŞACAK…
Sözcü olarak Tuncay ÖZCAN ile Sedat KARAOĞLU’nu göndermişler bana.. 3 evlek mısır tarlası büyüklüğündeki gazete ofisimde otururken kapım çaldı… Kapıda bu ikisi… “Müsait misin, girebilir miyiz?” dediler… O sırada bilgisayarımda açmış Okey oynuyom… Tam da tek taşa kalmışım ki kırmızı 3’lü gelse elim bitecek… “Buyrun gelin tabi ki… Whatsapp web üzerinden ABD Başkanı Trump ile Çin meselesini konuşuyorduk.. Ama size ayıracak vaktim her daim olur” deyip laptopumu kapattım…
Nezaketen “Çay içer miyiz” dedim… Tuncay ÖZCAN “Mahsuru yoksa ben sade bir kahve rica ediyorum” dedi… Sedat KARAOĞLU’da “3 şekerli çay alayım” dedi…
Yanyana gelip, bu kadar zıt bi çift olabilir mi yaaa…
Biri kahveyi şekersiz içer, öbürü çaya 3 şeker atar… İstirham ediyorum ziyaretime gelirken kendinize uyan biriyle gelin… Yanınızdaki ne istiyorsa, ortamı bozmamak için “Bana da aynısından” deyin…
DİREK KONUYA GİRSEK….
“Çaylar kahveler gelene kadar ziyaretinizin sebebini öğrenebilir miyim?” dedim… Sedat KARAOĞLU “KAKAVA Şenliklerine gidecez. Sen de geliyosun… İtiraz istemem… Yer yurt ayırttım.. Gidip biraz kendimize vakit ayıralım” dedi…
Kakava ne ki??
160 IQ zekam var ama bellekte “Kakava” diye bi ibare yok bende…
Meğerse Trakya dolaylarında ağırlıkla Roman vatandaşlarımız tarafından uzun yıllardır kutlanan Bahara Hoş geldin türünde bi etkinlik yapılıyomuş… İsmi de KAKAVA ŞENLİKLERİ … Şenliklerde bereketin artması, güzelliklerin paylaşılması arzusunu simgeleyen Kakava Ateşi yakılıyomuş, misafirlere pilav ikramı falan oluyomuş, arınma ve doğanın uyanışını selamlama amaçlı da Tunca Nehri kıyısında “Bahara Giriş” ritüeli falan düzenleniyomuş..
Araştırmacı soruşturmacı bi köşe yazarı olarak Kakava’nın tarihçesine baktım… Eski Mısır’da Firavun’la beraber yaşayan Koptlar (Romanlar) varmış. Koptlar, Firavun tarafından zulüme uğrayıp, kaçarlar. Koptları kovalayan Firavun’un askerleri takip sırasında nehirdeki sularda boğulmuşlar… Olayın sabahında Romanlar, akarsu kenarına inip kurtuluşlarını kutlamak için eğlenmişler… Tarih kitapları yanlış söylemiyosa, olayın kitabi boyutu böyle söylüyo…
TAVLA BİLENİNİZ VAR MI??
Çaylar kahveler gelmişken sizi eli boş göndermeyeyim… İçinizde tavla bilen var mı? Dedim Tuncay ÖZCAN’a bakarak… “İddialı olduğumu söyleyemem ama oynarım ben” dedi… Masanın altından çıkarttım tavlamı… “O zaman tek tek alayım sizi karşıma” deyip tavlaya başladık…
Mekan benim, tavla benim.. Ayıp olmasın diye yenilmek gibi bi adetimde yoktur… Tuncay başkanla oyunumuz 16 dakika sürdü.. Fena değil oyun sitili ama kendisini geliştirmesi lazım…
Sırada Sedat KARAOĞLU var… Belli ki zar oyuncusu… Zar gelirse oynuyo… Stil mitil hak getire… Başlarken düşeşle başladı… Peşinden dört cihar… Çene dersen hiç durmuyo… Ya sabır çekip sakince oynuyom ben… O sırada sehpadaki çay bardağının düşmesi ile benim sinirlenmemin bi alakası yok… Zarı sallarken çarptı elim çay bardağına… Oyunun ortalarında 3-2 Sedat önde… Yek kapısına gele atıp duruyom… O sırada zar oyuncusu Sedat çift üstüne çift atmaya devam ediyo… Yok yok sinirlenmeyecem… Zar beni istemiyo besbelli…
Tuncay ÖZCAN sol tarafımda oturduğu için mi bu şansızlık anlamadım… Başkan sandalyeni sağ tarafıma çeker misin dedim… Sağ olsun kırmadı beni… Heh işte bu… İlk attığım zardan belli… Sonuçta onu da 5-3’le yendim…
Neyse arkadaşlar benim işlerim var, sizi yolcu edeyim deyip savaş kazanan komutan edasıyla yolcu ettim onları… Giderken arkalarından da pis pis sırıtmadım desem yalan olur… Koridorda kavga ede ede gittiler… Neymiş efendim ben oyun bilmiyomuşum, ballıymışım, bilmem ne… Klasik kaybetme bahaneleri… Arkalarından seslendim, “Yakında tavla okulu açacam, kayıtlar başlayınca size haber veririm” diye… Homurdayarak uzaklaştılar…
Bugünlükte bu kadar… Haftaya pazartesi görüşmek üzere kendinize iyi bakın…